Eğitim, bir çok becerimizi geliştirmemizi, kendi işlerimizi yapmamızı, yaşamımızı sürdürebilmemizi sağlayabilir. Ancak insan sosyal bir varlıktır. Sosyal gelişimi için diğer insanlarla iletişimini düzgün sürdürebilecek sosyal becerilere ihtiyaç duyar.
Sosyal beceriler denilince, ilişkilerimizi yönetirken gösterdiğimiz becerilerden söz ederiz. Sosyalleşme ve paylaşma insani becerilerin belki de en zorlayıcı olanlarından biridir. Bu becerileri en kolay şekilde geliştirmenin yolu deneyimlemek ve yaşamaktan geçer. İşte bu yüzden, paylaşımın yaşam şekli olduğu küçük yerleşim alanlarında ya da kırsal kesimlerde bu beceriler kendiliğinden gelişebilmektedir.

Özellikle yoğun ve hızlı bir hayatın yaşandığı yüksek katlı apartmanlarda birbirinden habersiz yaşayan, komşuluk ilişkilerinin asansör kabinleri ile sınırlı kaldığı şehir yaşamlarında ise insanlar ve tabi ki de çocuklar giderek bireyselleşmeye ve teknolojik oyuncaklar ile vakit geçirerek yalnızlaşmaya başladılar. Kalabalık ve yoğun şehir yaşamında sosyal becerileri yüksek yetişkinler sosyalleşme ihtiyaçları için fırsat yaratabilirken, özellikle kardeşsiz büyüyen çocuklar bu anlamda dezavantajlı durumda kalmaktadırlar. Ebeveynleri yoğun çalıştığından günlerinin büyük bir kısmını evlerinde bir bakıcı eşliğinde geçirmekte ve arkadaş olarak çoğunlukla teknolojik oyuncaklar olan TV izlemekte ve tabletleri ile oynamaktadırlar.

“Hadi misafirlerimize hoş geldin desene”

Sosyal becerileri geliştirmek amacı ile yetişkinlerin çocuklarına, “Hadi hoş geldin desene misafirlere, öğrendiğin şiirini okusana, okulda yaptıklarını göstersene” diye sürüp giden zorlamaları ise sosyal becerilerin gelişimini desteklemediği gibi baltalayıcı bile olabiliyor. Yine sosyalleşmeleri adına AVM’lerdeki aktivite ve oyun salonlarında geçirdikleri kontrolsüz ve denetimsiz zamanlarında sosyalleşmeye olumsuz etkileri olabiliyor. Zaman zaman çocuklar çevrelerindeki kendilerinden yaşça büyük ya da küçük çocuklarla zaman geçirtilerek daha sosyal olması desteklenmek isteniyor. Ancak sürekli olarak çocuklar kendilerinden daha büyüklerle ilişki kurduğunda, ihtiyaçlarının anlaşılması ve ilişki kurmanın kolaylaşması sağlanıyor. Kendisinden küçük çocuklarla ilişki kurma eğiliminde olan çocuklar ise olayları ve oyunları kontrol etme eğiliminde olabiliyorlar.
Bu durumda akranları ile birebir zaman geçirerek paylaşma, sıra bekleme, dinleme, kendini ifade etme, rekabet etme, problem çözme, kaygı durumları ile baş edebilme gibi becerilerini geliştiremiyorlar.

Aksine;
*Çevrelerindeki herşeyin onlara ait olduğunu düşünüyorlar,
*Aşırı talepkar olup, istek ve ihtiyaçlarını erteleyemiyor ve bekleyemiyorlar,
*İhtiyaçlarının başkaları tarafından karşılanmasını bekliyorlar,
*Problemlemlerini çözemiyor, kaygı durumları ile baş edemiyorlar.

Bu beceriler erken çocukluk döneminde deneyimlenmediğinde, çocuklar ilkokul yaşlarında da arkadaşlık ilişkileri kurmakta zorlanmaya devam ediyorlar.

*Paylaşmak, sıra beklemek, yardım istemek, soru sormak, cevap vermek onlara zor ve gereksiz geliyor.
*Atölye ve kulüplere, grup oyunlarına, gösterilere katılmıyor, proje ve sorumluluk almak istemiyorlar.
*Takdir etmiyor ve eleştirilmekten hoşlanmıyorlar.

Bu durum onları daha fazla isteksizleştiriyor ve mutsuzlaştırıyor. Okula gitmek istemiyorlar ve sonuç olarak ve bu da akademik becerilerine olumsuz olarak yansıyor.

Oysa bu beceriler sosyal bir grubun, bir takımın parçası olabilmek için olmazsa olmaz beceriler. Ve bunlar doğuştan gelen yetenekler değil, aslında yaşanılarak kazanılan becerilerdir. Yani çevremizde gördüğümüz sosyal anlamda yetenekli olduğunu düşündüğümüz kişiler aslında doğuştan yetenekli falan değiller. Onlar çok küçük yaştan itibaren akranları ile birlikte sosyal ortamlarda büyümüş ve bu becerilerini geliştirme fırsatı bulmuş kişilerdir.

“İnsanlar birbirlerinden nefret ediyorlar çünkü birbirlerinden korkuyorlar.
İnsanlar birbirlerinden korkuyorlar çünkü birbirlerini tanımıyorlar.
İnsanlar birbirlerini tanımıyorlar çünkü birbirleriyle konuşmuyorlar.
İnsanlar birbirleriye konuşmuyorlar çünkü birbirleriyle iletişim kuramıyorlar.”
Martin Luther King

Peki o zaman ne yapmalıyız?

Öncelikle çocuklarımız 2-2,5 yaşından itibaren bütün bu sosyal becerileri deneyimleyebileceği, akademik kaygılardan uzak, çocuğun özellikle kendi yaş grubundan oluşan oyun gruplarında, haftada en az 2-3 gün, günde 2-3 saatlik zamanlarını geçirmeye başlamalılar.

Çocuklar bu yaşlarda paralel oyun dönemlerinde olduklarından öncelikle birlikte oyunlar oynamayı tercih etmeyeceklerdir. Onların oyunları aynı ortamda yan yana gelerek benzer oyunları ve davranışları taklit etmek olacaktır. Birbirlerinin oyuncaklarını ilk başlarda elinden almaya çalışırken doğru yönlendirmeler ile istemeyi, sırasını beklemeyi, rekabet etmeyi, kaygı yaratan durumlarla baş etmeyi öğrenecektir. Başka bir arkadaşının yaptığı doğru veya yanlış davranışları izleyecek ve öğretmenin verdiği geri bildirim ile ne yapması ya da yapmaması gerektiğini modelleyecektir. Yaptığı davranış engellendiğinde bunun sadece kendisi için olmadığını, sosyal bir kural olduğunu algılamaya başlayacaktır. Bu şekilde akranları ile etkileşimde olarak paylaşmayı ve sosyalleşmeyi öğrenmeye başlayacaktır.

Sosyal sorumluluk projelerinin somut sonuçları paylaşılmalı
Erken çocukluk döneminde, sosyal sorumluluk çalışmaları aslında soyut gibi görünmektedir. Bu yaşta çocukların bu çalışmaların önemini ve yaptıkları çabaların nereye gittiğini anlayamayacakları düşünülebilir. Oysa çalışmalar çocukların yaş grupları düşünülerek yapıldığında, somutlaştırıldığında ve özellikle çocuklar sürecin içine dahil edildiğinde ve somut sonuçları paylaşıldığında kazanımları farkındalıkları büyük oluyor. Bu çalışmalar süreklilik arz ettiğinde çevre ve toplumla ilgili olanları daha fazla fark etmeye başlıyorlar.

Bu noktada aileleri de sürece dahil etmek büyük önem taşımakta. Okul ortamında yapılanlar çocukların eğitiminde başrolü oynasa da ailelerin davranışları ve model olmaları bu davranış ve alışkanlıkların kazanılmasında ve kalıcı hale gelmesinde büyük önem taşımaktadır. Okul öncesi dönemde yapılan bu projeler ile çocuklar sosyal sorumluluk bilincini erken yaşta geliştirerek, ilerleyen yıllarda daha etkili olabilecekleri bu tür projelerde yer alma istediğine sahip olacaklar ya da kendi projelerini yaratabileceklerdir.

Yalnız değilim ve çevreme karşı sorumluluklarım var

Çocuklar 4 yaşından itibaren artık evrende yalnız olmadıklarını, yaşadıkları dünyayı kendileri ve ailelerinden başka insanlarla, bitkiler, hayvanlarla paylaştıklarını ve onlara karşı sorumlulukları olduğunu kavramaya başlarlar. İşte bu noktada onlara paylaşma ve yardımlaşmanın yakın çevremiz dışında, uzağımızdakiler, tanımadıklarımız ve hatta doğa içinde yapılmasının önemi anlatılmalıdır.

Çünkü çocuklar küçük yaşlarda kalplerinde büyük bir duyarlılık ve merhamet taşırlar. Çevrelerindeki ihtiyaç sahibi canlılar için nasıl yardımlarda bulunabilecekleri tartışabilirler. Kullanmadıkları oyuncak, kitap ve giysilerini onlar için paylaşmaktan mutluluk duyarlar. Her canlının kendileri kadar şanslı olmadığını ve eşit imkanlara sahip olmadığını gördüklerinde, sahip oldukları onlar için daha kıymetli olur. Değer bilme farkındalıkları ve talepkar olma istekleri, paylaşma ile gelişir ve daha mutlu bireyler haline gelirler.

Bir sosyal sorumluluk projesi başlatıldığında;

*Projenin amacı çocuklara onların anlayabileceği somut görseller ile kısaca anlatılmalıdır.
*Bu ihtiyaç sahibinin ihtiyacını karşılamak için neler yapılabilir hep birlikte tartışılmalıdır.
*Proje boyunca yapılacak çalışmalar belirlenip çocuklar arasında görev dağılımı yapılmalıdır.
*Proje için gerekli duyuru, afiş, resim çalışmaları ve bunların asılması, duyurulması çocuklar tarafından yapılmalıdır.
*Proje sonlandığında ihtiyaç sahibinin duygu düşünceleri çocuklarla görsel ve somut olarak paylaşılmalı ve onlarında bu konudaki yorumları alınmalıdır.
*Projeye aileler de dahil edilmeli ve ebeveynler davranış ve düşünceleri ile çocuklarına model olmalıdır.

Bu süreç içinde çocukların bir çok sosyal becerileri ve algıları doğal olarak gelişirken, akademik, dil, bilişsel ve motor becerileri de gelişmektedir. Ayrıca bu çalışmalar sırasında sosyal çevresinde ilişki kurduğu kişilerden aldıkları olumlu geri bildirim ve takdir sayesinde özgüvenleri gelişmektedir.

Bu durum onları, çocukluk döneminde daha mutlu, paylaşımcı, uyumlu, girişken yaparken, yetişkin olduklarında da, başarının sadece akademik ya da kariyere bağlı olmadığının farkında, yaşamsal becerileri üst düzeyde gelişmiş, çevre ile ilişkileri kuvvetli, sevilen, aranan, sözü dinlenen bir birey yapacaktır. Her ebeveynin çocuğu için isteği de bu değil midir ?

Bu anlamda okulumuzda her yıl farklı ihtiyaç sahipleri için sosyal sorumluluk projeleri yürütülür. İhtiyaç sahibi insanlar, doğa ve çevre, hayvanlar ve engelliler için yaptığımız bu projeler başından sonuna çocukların içinde aktif görev aldığı projelerdir. Çocuklar bu projelere büyük bir heyecan ile katılır ve görev alırlar. Her proje sonuçlandığında çocukların duygu ve düşüncelerini öğreniriz. Ne hissettiklerini sorduğumuzda bir çoğu mutlu olduklarından ve yaptıkları işle ilgili gurur duyduklarından bahsederler. Kendilerini işe yarar hissetmenin, toplumda kabul görmenin erken yaştaki gururu ve mutluluğudur bu, ileriki yaşlarına yansıyacak…

Mehtap KASAPBAŞOĞLU
Özel Kaplumbağa Anaokulu
Aile Danışmanı/Eğitimi Uzmanı